Delilik Nedir ? | Bir Sorgulayış
”Tüm insanlık içinde herhangi bir deliliği olmayan tek bir kişi bulunabileceğini sanmıyorum. Aradaki tek fark, derece farkıdır. Bir kabak görüp de onu karısı sanan adama deli denmesinin nedeni, böyle bir şeyin çok az insanın başına gelmesidir.” Der Erasmus, Deliliğe Övgü adlı kitabında.
İnsanlık tarihine bakalım, nice akıllı gördüğümüz deliler ve nice deli gördüğümüz akıllılar gelip geçmiştir. Bu durumun yadsınamaz bir bilimsel boyutu var tabii ama biz bugün yazımızda onun kültürel tarafına değineceğiz.
Konu üzerine iki oldukça ilgi çekici ve sürükleyici film izlemiştim, bir tanesi 1975 yapımı Jack Nicholson’ın başrolde olduğu Guguk kuşu ve diğeri de 1999 yapımı Angelina Jolie’nin oynadığı Aklım Karıştı isimli film. İki film de delilik etiketinin, normal insanların dehşetle kaçtığı bir lanet olduğu ve deli diye nitelendirilen insanların gerçekte oldukça özgün düşüncelere sahip olup, normallerin dışına çıkıyor olması sebebiyle akıl hastanesine yatırılmıştır. Evet belki krizleri vardı, fevri davranışları ve olur olmadık hareketleri… Kendi dünyalarına çekilmek durumunda bırakılmış, insanlık tarafından dışlanmış bir toplum, deliler.
”Siz deli olduğunuzu mu sanıyorsunuz?. Değilsiniz..! Sokaklarda dolaşan insanlardan daha deli değilsiniz.”
– Guguk Kuşu
İnsanlara bakıyorum, tıpkısının aynısı olmaya çabalayan vücutlar ve düşünceleri herkesleşmiş zihinler görüyorum. Eğer ki herkes beyazı seçmişse ve bir ben kalmışsam siyah bir leke, razıyım deli olarak nitelendirilmeye. Benliğimizden, biriciklikten öyle korkuyoruz ki, biliyoruz çünkü dışlanacağız veya da sözlerle taşlanacağız.
Kimsenin kimseyi yargılayacak durumu yok. Her insan kendi bilir çektiği acının boyutlarını ya da yaşamında anlamın hepten yok olduğunu.
Giordano Bruno olsam, Hypatia ya da Dali, belki de Einstein… Delilik eğer döneminde anlaşılamamaksa, düzleşmiş zihinlerde eğri olan tek dal ben isem varsın öyle olayım.
Paulo Coelho’nun Veronika Ölmek İstiyor adlı kitabında bir krallığın hikayesi geçer…
Bir Deli Krallığı
“ Çok güçlü bir büyücü, bütün bir ülkeyi yok etmek ister, o ülke halkından herkesin su çektiği bir kuyuya sihirli bir madde atar. Kuyunun suyunu kim içerse delirecektir.
Ertesi sabah, tüm halk kuyudan su çekip içer ve hepsi de delirir. Sadece kraliyet ailesi, kendilerine ait özel bir kuyudan su çektiklerinden, büyücü de o kuyuyu zehirlemeyi beceremediğinden, delirmezler. Tabi kral çok kaygılanır, halkının sağlığını ve güvenliğini sağlamak için bir dizi emir verir. Ancak polisler ve müfettişler de halkın içtiği sudan içmiş olduklarından, kralın emirlerini saçma bulur uygulamazlar.
Ülkede yaşayanlar kralın emirlerini duyduklarında onun çıldırdığına inanırlar, hep birlikte şatosunun önünde toplanıp tacını ve tahtını bırakması için gösteriler yaparlar. Umutsuzluk içindeki kral tahtından inmeye hazırlanırken kraliçe, ona engel olarak der ki; “Gel biz de o kuyunun suyundan içelim, o zaman biz de onlar gibi oluruz.”
Ve öyle yaparlar. Kral ile kraliçe cinnet suyunu içip anında saçma sapan konuşmaya başlarlar. Bu durumda halk taşkınlığından dolayı pişman olur; öyle ya madem kral bu kadar bilgece konuşuyor, onu alaşağı etmenin bir anlamı yoktur.
Ülkede barış ve huzur yeniden hüküm sürer, bu halk komşularından epeyce farklı bir hayat tarzı benimsemiştir ama kral ölümüne dek ülkesini yönetebilmiştir.”
Kişisel Gelişim Üzerine Ek Olarak Diğer Yazılarımızı Okumanızı Öneririz;